Birinci Dünya Savaşı’nın bitimini izleyen günlerde, Londra’da, sıcak bir yaz günü. Clarissa Dalloway o akşam evinde vereceği büyük partiye hazırlanmaktadır. Hazırlıklar sürerken beklenmedik bir ziyaretçisi gelir: İlk aşkı Peter Walsh. Onun Hindistan’dan ani gelişi, Mrs. Dalloway’in zihninde geçmişin anılarını canlandırır. Bütün yaşamıyla birlikte ilişkileri ve tekdüze süren evliliğine götüren olaylar gözlerinin önüne bir bir gelir. Roman, kişisel deneyimlere dayalı olarak zamanın doğasını, hem Clarissa’nın hikâyesi, hem de iç içe geçmiş diğer hikâyelerin aracılığıyla ele alırken çeşitli karakterler arasında gidip gelir ve onların yaşadıklarını Mrs. Dalloway’in gününün içine yerleştirir. Woolf, ‘Clarissa Dalloway’in hayatında bir gün’ü, ustalıkla kullandığı bilinçakışı tekniğiyle anlattığı ve olayların neredeyse tümünün kahramanların bilinçaltında sürdüğü romanda geçmişin imgelerini bugünün imgelerine katıyor, dış dünyanın zorlamasıyla bastırılan arzuları incelikle işliyor. Unutmamak gerekir ki Mrs. Dalloway’in yazıldığı günlerde İngiltere’deki eski düzenin ve katı değerlerin sonu gelmektedir; İngilizler imparatorluğun tükenişini olduğu kadar kendi kişisel tükenişlerini de hissetmektedir. Roman, hayatı her bir karakterinin gözünden ve zihninden muhteşem bir açıyla sunarken, dönemin ruhunu da başarıyla yansıtıyor. Mrs. Dalloway, Virginia Woolf’un başyapıtı.